PEYGAMBER EFENDİMİZİN İSLAMA DAVET MEKTUPLARI
Bütün insanlığa gönderilmiş bir “Resûl” olan Peygamber Efendimiz, Hudeybiye Muâhedesi’nden sonra, uzak-yakın ulaşabildiği bütün ülkeleri de İslâm’a dâvete başladı. Zîrâ ilâhî emir bu yönde idi:
“(Resûlüm!) De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sâhibi olan Allâh’ın elçisiyim…”(el-A’râf, 158)
“Ey Resûl! Rabbinden Sana indirileni (bütün insanlara) teblîğ et! Eğer bunu yapmazsan, O’nun (Sana verdiği) peygamberlik vazîfesini yapmamış olursun! Allâh Sen’i insanlardan koruyacaktır…” (el-Mâide, 67)
“Biz Sen’i bütün insanlar için bir müjdeci ve Allâh’ın azâbıyla korkutucu olmak üzere gönderdik. Lâkin insanların pek çoğu bunu bilmezler.” (Sebe’, 28)
Allâh Resûlü’nün dünyâ devletlerini İslâm’a dâveti, yazılı mektuplar vâsıtasıyla oldu. Bu mektupların en meşhurları, altı veya sekiz tânedir. Resûlullâh her bir mektubu, güzîde sahâbîlerinden birine vererek yollamıştır. Fahr-i Kâinât Efendimiz hükümdarlara mektup yazdırmak istediğinde, ashâb-ı kirâm:
“–Yâ Resûlallâh! Onlar bir mektubu mühürlü olmadıkça okumazlar.” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, gümüşten bir yüzük yaptırdı. Üzerine üç satır hâlinde “Allâh-Resûl-Muhammed” kelimelerini nakşettirdi ve bu yüzüğü mektuplarında mühür olarak kullandı.[1]
Yüzüğün üzerine “Muhammedün Resûlullâh” terkibi nakşedilmiş oluyordu, ancak tâzîmen “Allâh” ism-i celâli en üstte, “Resûl” arada ve “Muhammed” ismi de alt satırda yer alıyordu.
HERAKLİUS’UN İSLAM’A DAVET EDİLMESİ
Ashâb-ı kirâmdan Hazret-i Dıhyetü’l-Kelbî , Bizans imparatoru Herakliyüs’e Allâh Resûlü’nün mektubunu götürdü. Persleri mağlûb eden Bizans imparatoru Herakliyüs, zafer dönüşü Sûriye’de bulunduğu sırada, Hazret-i Peygamber’in İslâm’a dâvet eden mektubu eline ulaştı. Bu mektuba kızmaktan ziyâde, ona alâka duyan ve bilhassa bu teblîğin mâhiyetini merak eden Bizans imparatoru, bu konuda suâl sorabilmek için Hazret-i Peygamber’in hemşehrilerinden bâzılarının yanına getirilmesini emretti.
O sıralarda Hazret-i Peygamber’in en azılı düşmanlarından biri olan Ebû Süfyân da Mekkeli tâcirlerin başında Şam’a giden bir kâfilede bulunuyordu. O zaman Hazret-i Peygamber ile Kureyş, mütâreke hâlindeydi. Herakliyüs’ün adamları onlara rastladılar ve kendilerini imparatorun huzûruna çıkardılar. Herakliyüs ve adamları, İlyâ’da, yâni Beytü’l-Makdis’te idi. Yanında Rumların ileri gelenlerinin bulunduğu bir sırada, Herakliyüs onları huzûruna kabûl etti ve bir tercüman getirilmesini emretti. Herakliyüs’ün emri üzerine, tercüman:
“–Peygamberim diyen bu zâta neseben en yakın olan hanginizdir?” diye sordu. Ebû Süfyân:
“–En yakını benim!” dedi. Bunun üzerine Herakliyüs:
“–Onu ve arkadaşlarını yanıma getirin! Yalnız, ben onunla konuşurken, arkadaşları yanında bulunsunlar!”dedi. Sonra tercümana dönüp dedi ki:
“–Bunlara söyle; ben O zât hakkında bu adama bâzı şeyler soracağım. Bana yalan söylerse; «Yalan söylüyor!» desinler!”
Nitekim; “Vallâhî, arkadaşlarım yalan söylediğimi ötede beride söylerler diye utanmasaydım, O’nun hakkında yalan söylerdim!” diyen Ebû Süfyân, sonraki konuşmaları şöyle nakleder:
Bundan sonra Herakliyüs’ün bana sorduğu ilk suâl şu oldu:
“–İçinizde O’nun nesebi nasıldır?” Ben:
“–O’nun içimizde nesebi pek büyüktür!” dedim.
“–Sizden, bu sözü (Peygamberlik iddiâsını) ondan evvel söylemiş hiç kimse var mıydı?” dedi.
“–Yoktu.” dedim.
“–Âbâ ve ecdâdı içinde hiç melik olan var mıydı?” dedi.
“–Hayır!” dedim.
“–O’na tâbî olanlar, halkın ileri gelenleri mi, yoksa alt tabakası mıdır?” dedi.
“–Alt tabakasıdır.” dedim.
“–O’na tâbî olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı?” dedi.
“–Artıyorlar…” dedim.
“–İçlerinde O’nun dînine girdikten sonra beğenmemezlik edip de dîninden dönen var mı?” dedi.
“–Yoktur!” dedim.
“–Bu iddiâda bulunmazdan evvel, O’nu hiç yalancılıkla ithâm etmiş miydiniz?” dedi.
“–Hayır!” dedim.
“–Hiç sözünde durmadığı olur muydu?” dedi.
“–Hayır! Verdiği sözü tutar, ancak biz şimdi O’nunla bir müddet antlaşma hâlindeyiz. Bu müddet içerisinde ne yapacağını bilmiyoruz!” dedim. O’nu kötülemek için araya sokuşturacak bundan başka söz bulamadım!
“–O’nunla hiç savaştınız mı?” dedi.
“–Evet.” dedim.
“–Bu savaşlar nasıl sonuçlandı?” dedi.
“–Bâzen O bizi mağlûb eder, bâzen de biz O’nu!” dedim.
“–Peki, size neler emrediyor?” dedi.
“–Bize; «Yalnız Allâh’a ibâdet ediniz, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayınız; atalarınızın ibâdet ettiği putları terkediniz!» diyor. Namazı, doğruluğu, iffetli ve nâmuslu olmayı ve sıla-i rahmi emrediyor.” dedim. Bunun üzerine Herakliyüs, tercümana dedi ki:
“–Ona söyle; O’nun nesebini sordum, içinizde soyunun pek yüce olduğunu söyledin. Peygamberler de zâten böyle, kavimlerinin soyluları içinden gönderilir.
İçinizden, O’ndan evvel bu iddiâda bulunmuş başka kimse var mıydı, diye sordum. Hayır, dedin. O’ndan önce bu iddiâda bulunmuş bir başka kimse olsaydı, onu örnek alıyor, derdim.
Âbâ ve ecdâdı içerisinde hiç melik olan var mıydı, diye sordum; hayır dedin. Eğer ecdâdından melik olan biri olsaydı, babasının mülkünü geri almaya çalışıyor, derdim.
Bu iddiâda bulunmadan önce, hiç O’nun yalan söylediğini gördünüz mü, diye sordum; hayır dedin. Ben bilirim ki, insanlara karşı yalan söylemeyen bir kimse, Allâh hakkında da yalan söylemez!
O’na tâbî olanlar, halkın ileri gelenleri mi, yoksa alt tabakası mıdır, diye sordum. Alt tabakası olduğunu söyledin. Zâten başlangıçta peygamberlere tâbî olanlar da bu tip kimselerdir.
O’na tâbî olanlar, artıyorlar mı, eksiliyorlar mı, diye sordum; artıyorlar dedin. Hak dinlerin bir husûsiyeti de tâbîlerinin artmasıdır.
İçlerinde O’nun dînine girdikten sonra beğenmemezlik edip de dîninden dönen var mı, diye sordum; hayır dedin. Îman sâyesinde meydana gelen inşirâh da kalbe girip kökleşince böyle olur.
Hiç sözünde durmadığı oldu mu, diye sordum; hayır dedin. Peygamberler de böyledir, sözlerinden dönmezler.
O’nunla hiç savaştınız mı, diye sordum. Savaştığınızı ve bâzen O’nun sizi yendiğini, bâzen de sizin O’nu mağlûb ettiğinizi söyledin. Zâten peygamberler de böyledir: İbtilâlara uğratılırlar, sonunda güzel âkıbet onların olur.
Size ne emrediyor, diye sordum. Yalnız Allâh’a ibâdet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrettiğini, putlara tapmaktan nehyettiğini, kezâ namazı, doğruluğu, iffet ve nâmusu emrettiğini söyledin.
Eğer bu dediklerin doğru ise O zât, çok yakın bir zamanda şu ayaklarımın bastığı yerlere bile hâkim olacaktır. Zâten ben bu Peygamber’in zuhûr edeceğini bilirdim, fakat sizden olacağını tahmîn etmezdim. O’nun huzûruna varabileceğimi bilsem, kendisiyle görüşebilmek için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım, ayaklarını yıkardım.”
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) İmparator Heraklius’a Mektubu
Ondan sonra Herakliyüs, Dıhye aracılığıyla Busra emîrine gönderilen ve kendisine iletilen Hazret-i Peygamber’in mektubunu istedi. Mektubu getiren adam, onu Herakliyüs’e verdi. O da okudu. Mektupta şunlar yazılıydı:
“Allâh’ın kulu ve Rasûlü Muhammed’den, Romalıların büyüğü Herakliyüs’e!..
Hidâyete tâbî olanlara selâm olsun! Ben seni İslâm’a dâvet ediyorum. İslâm’a gir ki, selâmete eresin ve Allâh da sana ecrini iki kat versin! Eğer kabûl etmezsen, (teb’an olan) çiftçilerin günâhı senin boynunadır.
«De ki: Ey kitâb ehli! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze (Kelime-i Tevhîd’e) geliniz. Allâh’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allâh’ı bırakıp kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın! Eğer yüz çevirirlerse, işte o zaman; «Şâhid olun ki, biz müslümanlardanız!» deyiniz!» (Âl-i İmrân, 64)”
Ebû Süfyân der ki:
“Herakliyüs diyeceğini dedikten ve mektubun okunması sona erdikten sonra, bir gürültü aldı yürüdü; sesler yükseldi. Bunun üzerine bizi dışarı çıkardılar. Arkadaşlarıma dedim ki:
«–Ebû Kebşe’nin oğlu’nun[2] işi iyice büyüdü. Baksanıza Benî Asfar Melik’i (Herakliyüs) bile O’ndan korkuyor!..» İşte o zamandan beri, O’nun yakında başarıya ulaşacağına olan inancımı hiçbir zaman yitirmedim. Ve sonunda Allâh, bana da İslâm’ı nasîb etti…”
Herakliyüs, cemaatinin ileri gelenlerini huzûruna dâvet etti. Kendine âit sarayların birinde toplandılar. Onlara:
“–Ey Rum cemaati! Ebedî olarak kurtuluşunuza ve şu saltanatınızın bekâsına ne dersiniz?” dedi. (İslâm’a girmelerini teklif etti.) Bunun üzerine, hep birden vahşî eşekler gibi ürküp kapılara koştular. Ancak bütün kapıların kapatılmış olduğunu gördüler. Herakliyüs, çevresindeki devlet erkânının İslâm’a girmeye yanaşmadığını anlayınca onları geri çağırdı ve söylediği sözlerin hakîkatini değiştirerek:
“–Ben, Hıristiyanlık’taki sebat ve kararlılığınızı görmek için sizi imtihân ettim. Sizde gördüğüm bu hâl hoşuma gitti!” dedi. Bunun üzerine, devlet erkânı ona secde ettiler ve ondan memnûn oldular. (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1, 5-6, Îman 37, Şehâdât 28, Cihâd 102; Müslim, Cihâd 74; Ahmed, I, 262)
Bizans İmparatoru Herakliyüs, önüne kadar gelen İslâm nîmetini bizzat müşâhede edip tam da hakîkati kavramışken, dünyâ menfaatlerinin ağır basması netîcesinde bu büyük fırsatı teperek, ebedî bir devlet ve saâdeti ziyân etti.
MÜDAFAA GRUP SUNAR
Kod ÇeviriciKod Çevirici EmojilerEmojiler